Herkes için Adli Erişim

Klinik-Lab Adli Bilirkişilik | Taraf Bilirkişiliği | Tarafsız Delil Tespiti

Tarafsız Delil Tespiti

İhtilafların önemli kısmı hukukdışı uzmanlık konularındadır.

Klinik-Lab Adli Bilirkişilik

Bilirkişiler uygulamada hakimlerin yardımcısı uzmanlardır.

Taraf Bilirkişiliği

Verilecek kararı doğrudan etkileyen resmi bilirkişiye haklılığınızı ispat edebilmeniz önemlidir.

Eşit Koşullarda Temsil Edilme Hakkı

Hakimin resmi bilirkişiye müracaat ettiği bir konuda uzmandan görüş alınması avukatlık meslek etiği gereğidir.

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Prof. Dr. Oğuz POLAT
Adli Tıp Uzmanı

2 Aralık 2012 Pazar

FETH-İ-KABİR (MEZAR AÇMA) İŞLEMİ NEDEN GEREKLİDİR?


Prof. Dr. Oğuz POLAT          Şüpheli ölümlerde otopsi yapmak bir mecburiyettir. Gerek Ceza Muhakeme Kanunu gerekse Ceza Kanununda bu açıklıkla belirtilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu 87. Madde 4. bendinde savcılığın isteği üzerine mezar açma işleminin yapılacağı belirtilmiştir.

Bazı durumlarda ise otopsi yapılmamaktadır. Ancak, sonrasında ortaya çıkan şüpheli durumlarda    gündeme gelen işlem, feth-i-kabir ismi verilen mezarı açarak otopsi işleminin yapılmasıdır. Otopsi zaten oldukça zor bir işlemdir. Çünkü ölümden sonra yaşamsal belirtilerin hızla azalmasına bağlı vital belirtilerin kaybolması, önemli bulguları elde edebilmeyi zorlaştırmaktadır. O yüzden de ölümden sonra otopsi ne kadar çabuk yapılabilirse, olayı açıklayacak bulguların bulunabilme olasılığı o kadar  artacaktır.

Özellikle yumuşak dokuların incelenmesiyle ortaya çıkma olasılığı olan darbeye bağlı doku içi kanaması ekimozların yakalanabilmesi için çabuk davranmak ve hızlı işlem yapmak önemlidir. Ancak, yine de belirtmek gerekir ki yapılan bilimsel çalışmalar birçok olayda kanamanın işareti olan eritrositlerin çok uzun süre sonra bile yakalanabilme olasılığı olduğunu göstermektedir. Ama eğer, sert dokuda bir lezyon oluşmuşsa, o zaman feth-i-kabir sonrası otopside, kemik dokudaki kırık ile çatlaklar bulunacaktır.

Ama asıl zehirlenmeler sonrası süre yeterliyse -Özal olayında olduğu gibi- işlem yapabilme şansı olacaktır. Tabii burada, mezardan sonra su ortamında kalmasına bağlı sabunlaşmanın, 19 yıl sonra işlem yapılabilme şansını verdiğini de göz ardı etmemek gerekir.

Feth-i-kabir yani mezar açma işlemi, ölüm sonrasının en uç ve son işlemi olması gerekirken, yapılması gereken işlemlerin zamanında yapılmaması nedeniyle bazen gündeme gelmekte ve çok işlevsel  olabilmektedir.      

31 Mayıs 2012 Perşembe

TRAFİK KAZALARINDA BİLİRKİŞİLİK

Prof. Dr. Oğuz POLAT     Bilirkişi, mesleki ve teknik bilgisini somut olaya uygulamak suretiyle bundan sonra çıkacak bilimsel ve maddi sonuçları tespit etmekle yükümlüdür. Trafik kazaları da bilirkişiliğin gerektiği olayların başında gelmektedir.

Öncelikle belirtelim ki, bilirkişinin görüşü bir delil değil, delillerin değerlendirmesi için araçtır. Trafik kazalarında bilirkişilerin görüşü ve bilirkişilerin düzenlemiş oldukları raporlar çok önemlidir.

Ancak belirtmek gerekir ki, hakim bu raporlarla bağlı değildir. Fakat hakim bilirkişi raporu ile bağlı olmasa ve yeniden bilirkişi incelemesi yapma yetkisine haiz olsa da; bilirkişi raporundaki kusur oranını değiştiremez, çelişkili görülen bilirkişi raporları arasındaki çelişkileri kendisi telafi yoluna gidemez. Hakim ya raporu olaya uygun ve yeterli görür ve burumda rapordaki kusur oranına da itibar eder ya da rapora itibar etmez yeniden bilirkişi incelemesi yapar.

Trafik kazalarının ülkemizde ne denli ciddi bir problem olduğunu göstermek için Amerika ve Almanya  ile Türkiye arasındaki trafik kazalarıyla ilgili ölüm oranları, durumun ciddiyetini de göstermektedir.


ALMANYA’da   her 100 milyon taşıt/Km için      1 ölü
TÜRKİYE’de     her 100 milyon taşıt/Km için      13 ölü
A.B.D.’de         her 100 milyon taşıt/Km için      0,3 ölü

1970-1996 arası 26 yıllık süre Türkiye’de yol uzunluğu artışı %25, kaza sayısı artışı %1694, araç-yol-insan üçlüsü (17 misli).

Trafik kazalarında bilirkişi seçilen kimseler ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan olayda kaza yapan şoförün kusuru bulunup bulunmadığını ve bu kusurun ne olduğunu, var ise nispeti tespit olunacaktır. Çünkü kaza yapan şoförün kusuru varsa, ceza sorumluluğu söz konusudur. Kusuru yoksa, şoför meydana gelen ölüm ve yaralanma olayında sorumlu olmayacaktır.

Uygulamada dikkatsizlik ve tedbirsizlik ile ölüm ya da yaralama suçlarında ceza davasının yanında ayrıca tazminata konu olması açısından hukuk mahkemelerinde de dava açılmakta ve çoğu kez hukuk mahkemelerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmaktadır.

Bugüne kadar Yargıtay’ın trafik kazaları ile ilgili hemen tüm içtihatlarında bilirkişi incelemesi yaptırılması konusu yer almış, bilirkişi incelemesi yaptırılmayan durumlarda hükmün bozulmasına karar verilmiş, raporların çelişkili olması durumunda bu çelişkinin yine bilirkişilerce giderilmesi istenilmiştir.

Sonuç olarak, trafik kazalarında bilirkişilik yapılması ve kazada taraf olan kişilerin de haklarını koruyabilmek için kendilerinin bilirkişilerden rapor alması gerekmektedir.   

15 Mayıs 2012 Salı

İŞ KAZALARINDA ADLİ BİLİRKİŞİLİK

Prof. Dr. Oğuz POLAT     Adli bilirkişiliğin en belirleyici olduğu alanlardan birisi de iş kazalarıdır.
   
Çalışanların iş yaşamında karşı karşıya kaldıkları en büyük riskler, iş kazaları ve meslek hastalıklarıdır.

Anayasa Mahkemesi bir kararında “çeşitli mesleklerin sağlık bakımından insanlar üzerinde zamanla yaptığı olumsuz etkiler meslek hastalığını ortaya çıkarmaktadır” diye belirtmektedir.

İş kazası, Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 11. maddesinin A bendinde şu şekilde tanımlanmıştır;

“İş kazası, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, işveren tarafından yürütülmekte olan bir iş dolayısıyla, sigortalının işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, sigortalıların işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülmesi sırasında meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhça arızaya uğratan olaydır. Kaza ile iş arasındaki “illiyet bağı” sigortalının kanuna göre uygun tazminatı almasını sağlar.

Dünyada yılda 270 milyon iş kazası meydana gelmekte ve yıllık 350 bin kişi iş kazası sonucu ölmektedir.

Ülkemizde iş kazasına bağlı ölüm hızının, 2000 yılında yüzbinde 13,91 iken 2005 yılında 15.49’a yükseldiği ni bildirilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının verilerine göre, 2006 yılında 79.027 iş kazası meydana geldiği, 2002 yılında iş kazasına bağlı 872 ölüm olayı meydana gelirken, 2006 yılın da bu sayının 1.592 olduğu belirtilmiştir.

Türkiye’de iş kazaları ve iş kazalarına bağlı ölüm oranları gelişmiş ülkelere oranla ciddi seviyede daha yüksektir.

Yılda 80.000 kişi üzerinde iş kazası olmakta, 2.000 kişi ölmekte, 10.000 kişi özürlü olmakta, 100.000 saatten fazla iş gücü kaybolmaktadır.

Adli bilirkişilikte sistematik olarak iş kazasına bağlı şu sorulara cevap aranır; Kaza tanımı, sebepleri, etkileri, sonuçları hakkında değerlendirme.

İş kazaları adli tıp açısından iki durumda değerlendirilmektedir.

Birincisi; Ceza mahkemelerince hayati tehlike, mutad iştigal, uzuv zaafı-uzuv tatili, çehrede sabit eser    ile ilgili rapor düzenlenmesi,

İkincisi ise; İş ve asliye hukuk mahkemelerince maluliyetin değerlendirilerek hesaplanması.

Çalışanların yaptıkları iş ya da başlarına gelebilecek kaza nedeniyle bedenlerinde meydana gelen arızalar sonucu çalışma güçlerinde kayıplar oluşabilir. Bu eksiklik veya kayıplara maluliyet (çalışma gücü kaybı) denilir.

Uygulamada özürlülük, sakatlık, malullük, işgöremezlik derecesi gibi kavramlar birbirinin yerine kullanılmaktadır.

İş kazalarında adli bilirkişiden görüş alınarak hazırlanacak olan dosyanın daha sonraki aşamalarda  değerlendirilmesinde yol gösterici olması açısından büyük önemi olacaktır.

Davaların sonuçlanma süreleri iş kazalarında en önemli sorundur.

2002’de incelenen vakalarda davaların en uzun 24 yıl, en kısa 2 yıl sürdüğü göz önüne alındığında mağduriyetin bir başka boyutu daha ortaya çıkmaktadır.

Dava sürecinin uzaması kişilerin tazminatlarının ve hakedişlerinin alınmasında kayıplara yol açmaktadır.

Bazı devlet hastanelerinin nasıl hesaplandığı belli olmayan maluliyet oranları, mahkemeleri çelişkiye düşürmektedir.

Bu nedenle hesaplamanın mutlaka bir uzman tarafından yapılması önemlidir.

Diğer taraftan bugün kullanılan maluliyet cetvellerinin eksiklikleri tamamlanarak bu cetveller güncellenmelidir. 

10 Nisan 2012 Salı

ADLİ BİLİŞİM SUÇLARINDA BİLİRKİŞİLİK


Prof. Dr. Oğuz POLAT     Son yıllarda adli bilirkişilik uygulamalarında, çalışma alanlarındaki farklılıklar dikkat çekmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde bu daha da ön plana çıkmaktadır. Örneğin, Amerika’da son 3 yılda adli bilirkişilik olgularının %48’ini “digital forensic” ya da Türkçeleşmiş haliyle adli bilişim olguları  oluşturmaktadır.

Adli bilişim, bilişim sistemleri üzerinden genellikle veri olarak elde edilen delillerin toplanması, saklanması ve analizini kapsayan bir çalışma alanıdır.

Adli Bilişim; elektromanyetik-elektro optik ortam(lar)da muhafaza edilen ve/veya bu ortamlarca iletilen; ses, görüntü, veri/bilgi veya bunların birleşiminden oluşan her türlü bilişim materyalinin, mahkemede  (elektronik dijital) delil niteliği taşıyacak şekilde; tanımlanması, elde edilmesi, saklanması, incelenmesi ve mahkemeye sunulması çalışmaları bütünüdür.’’ 

Cep telefonu, bilgisayar diski, mp3 çalar, CD, DVD, Flash Disk, sim kartlar, sunucu, modem gibi ağ cihazları gibi günlük yaşamda çok sık kullanılan birçok alette var olan bilgiler, çok önemli delil niteliği  kazanabilmektedir.

Bu uygulama özellikle ülkemizde son 3 yıldaki bir çok davada  görülmektedir. Burada davaların  sadece bilgisayarlarda var olduğu belirtilen dosyalardaki bilgilere dayanılarak açılması ve iddianamenin oluşturuluyor olması konunun ne denli önem kazandığını bize açıkça göstermektedir.

Elektronik delillerin kolaylıkla değiştirilebileceği, manipüle edilebileceği ve yoktan var edilebileceği gerçekleri karşısında, elektronik delillerin saptanmasında objektif ve standart yaklaşımının ne denli önemli olduğunu göz ardı etmemek gerekir.  

Adli bilişimde pratikte yaşanan problemlerin başında; özel ve uzman ekiplerin olmayışı, veri cihazlarına yedekleme yapmadan ve elektronik olarak mühürlemeden el konulduğu; şüpheliye ve avukatına herhangi bir tutanak verilmediği; bilgisayarların ve diğer veri depolama aygıtlarının manyetik alan etkisinden soyutlanmadan özensizce taşınması; özelliksiz odalarda “veri yazmayı önleyen cihaz”lar (FRED) olmaksızın elektronik delil incelemesi yapılması gelmektedir.

Bilişim suçlarında yargı açısından en önemli problemlerin başında  çok basit bir suçta bile bilgisayarda bulunan ilgisiz verilerin birkaç klasörle dosyanın şişirilerek savcı ve hakimin önüne karmaşık ve içinden çıkılamaz dosyalar halinde gelmektedir.

Bu tip olgularda bilirkişiliğin mutlaka bilimsel çerçevede, standart ve objektif kriterlere uygun olarak yapılması  gerekmektedir.  Halbuki şu andaki uygulamada herkes bilirkişi olarak atanabilmektedir.

Bu konu adli bilirkişiliğin en önemli konularından biri olarak adli bilimcilerin çalışma alanına girmektedir.    

1 Nisan 2012 Pazar

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNDE BİLİRKİŞİLİK UYGULAMASI


Prof. Dr. Oğuz POLAT   Amerika Birleşik Devletleri’nde bilirkişilik uygulamaları bize göre büyük farklılıklar göstermektedir. En  göze çarpan farklılık, bilirkişi seçiminin prensipte taraflara bırakılmış olmasıdır.

Ceza ve hukuk muhakemelerinde, tarafların kendi bilirkişilerini seçerek görevlendirmeleri ve dava konusu hakkında bu şekilde görüş belirtmeye taraf bilirkişiliği denmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde, bizdeki uygulamadan farklı olarak bilirkişilerin duruşmalarda sözlü ifade vermeleri uzun yıllardan beri uygulanan bir boyuttur. Türkiye’de ise bu durum Ceza Muhakemeleri Kanununun yeni uygulamasında karşımıza çıkmıştır. 5271 sayılı yasadaki ön plana çıkan en önemli farklılıklardan biri “sözlü ifade”dir.

Tüm davalarda, bilirkişinin şahsen mahkemeye gelmek ve heyet huzurunda sözlü ifade vermek zorunda olacağına dikkat edilmelidir.

Resmi koşullarda, Amerika  Birleşik Devletleri’ndeki kural, görüşü kanıt olarak sunulan tüm bilirkişiler keşfe (araştırmaya) konu olurlar. Bu, karşı taraf bilirkişisinin kimliğini bilme ve bu bilirkişi tarafından hazırlanan rapora erişme hakkı olduğu anlamına gelir.

Bilirkişi raporu kapsamının da mutlaka bilirkişinin belirteceği bütün görüşleri dayanaklarıyla ve temelleriyle içermesi gereklidir.

Tüm veri ile delillerin kullanılmasının yanı sıra bilirkişinin konuyla ilgili yayınları ve çalışmaları da raporda yer almalıdır. Burada son on yıllık yayınlarının yer almasının yeterli olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, son 4 yılda yer aldığı davaların listesinin de bulunması gerektiği ayrıca belirtilmektedir.

İfade alma işleminin genellikle avukat ofisinde yapıldığı gözlenmektedir. İfade alma işlemi  mahkemede değildir. Avukat, tanığa ya da yeminli şahide, dava ile ilgili konular hakkında sorular  sorarak işlemi gerçekleştirir. Bilirkişi yemin ederek tüm uygun sorulara cevap vermelidir. Soru sorma  hakkı yoktur yapacağı iş sadece sorulara cevap vermektir.

Tüm ifade kelimesi kelimesine görüşme boyunca orada olan zabıt katibi tarafından kaydedilir. Daha sonra bir nüshası hazırlanır. İfade sırasında eğer gerekirse, bilirkişi kendi avukatını da bulundurabilir ve davanın diğer tarafları da orada olabilir. Çok özel davalar dışında hakimler ifade alma sırasında hazır bulunmazlar.

Görüldüğü üzere bilirkişilikte temel prensip, o konuda uzman olduğunu yayınları ve katıldığı bilirkişi olgularının listesiyle ispatlanmış olan bilirkişiden tanık fonksiyonuyla görüşün alınması ve bunu sözel olarak mahkemede yapmasıdır. 

14 Mart 2012 Çarşamba

PEDOFİLİDE ADLİ KILAVUZLUK

Prof. Dr. Oğuz POLAT    Pedofili olaylarında durum saptamasının yapılması ve olayın bilirkişi raporuyla net bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Hukuka yansıyan diğer olgulardan çok daha fazla düzeyde bilgi ve öğretilerin kullanılmasının zorunlu olduğu bir durum olan pedofilide sadece olayın ortaya konup ispatlanması değil aynı zamanda bu süreçte çocuğun zarar görmemesi ve yapılacak her şeyin çocuğun yüksek yararına yapılması da gözlenmelidir.

Adli bilirkişi rehberliğinde bu tip olaylara yaklaşım hem çocuğun zarar görmemesi hem de olayın somut olarak ortaya konabilmesi açısından önemlidir.

Pedo, Yunanca "çocuk", fili, Yunanca, Latince ve Fransızca’dan türetilmiş "sevgi" anlamına gelen kelimelerdir. "Pedofili" erişkinlerin ergenlik öncesi dönemdeki çocuklarla cinsel eylem veya fantezi olarak tanımlanır.

Pedofiller genellikle erkektir.

Amerikan Psikiyatri Derneği, teşhis kılavuzunda , DSM-IV TR'de, pedofili, “6 aylık bir dönemden sonra, ergenlik öncesi (genellikle 13 yaş veya öncesi) bir çocukla veya çocuklarla cinsel bir aktiviteyi içeren, yinelenen, yoğun, cinsel olarak tahrik edici, fantezileri, şiddetli istekleri veya davranışları olan kimse olarak tanımlanmaktadır.

İki farklı şekilde karşımıza çıkabilmektedir:
- Özel tip (Exclusive type) pedofiller, sadece çocuklara çekim duyarlar.
- Özel tip olmayanlar, hem yetişkinlere hem de çocuklara ilgi duyarlar.

Suçluların  büyük oranda çocuğun tanıdıkları, aile dostları veya akrabalardan çıktıkları görülmektedir. Eylemlerin niteliği olgulara göre değişkenlik göstermekle birlikte bir çocuğa bakmak veya elbiselerini çıkarmak ve çocuğa dokunmaktan başlayan, çoğunlukla oral seks veya cinsel organlara (çocuğun veya saldırganın) dokunmayı ve ilişkiye girmeyi de kapsayan bir spektrumda davranışları kapsamaktadır.   

Pedofillerle ilgili başlıca karakteristik özellikler şunlardır:

- Saldırgan, çocuklar ve yetişkinler arasında popülerdir,

- Güvenilir ve saygın bir görüntü verir, toplumda iyi bir yeri vardır,

- Çocuklarla konuşmayı erişkinlere tercih eder. Kendini çocuklarla yetişkinlerle olduğundan daha     rahat hisseder.

- Çoğunlukla ergenlik öncesi erkek ve kız çocuklarına çekim duyar. Heteroseksüel, homoseksüel veya biseksüel olabilir.

-Çocukları video oyunlarına, partilere, şekerlere, oyuncaklara, hediyelere boğar,

- Başı dertte, ilgi ve şefkate ihtiyacı olan çocukları belirleyerek onlara yaklaşır,

- Sıklıkla tercih ettiği kurbanların yaşında çocuğu olan kadınlarla birlikte olur,

- Çocukla cinsel teması genellikle güven ve dostluk yoluyla kurar, çok az olguda zor kullanıldığı görülmektedir,

-Fiziksel temas kademelidir, dokunmaktan başlayarak, kucağa almak, dizlerinde oturtmak, öpmek şeklinde aşama aşama gerçekleştirir,

- Çocuklarla yalnız kalmanın birçok yolunu ve yerini bulur,

- Çoğunlukla aile babasıdırlar, hiçbir sabıka kayıtları yoktur ve hiçbir zaman suçlarını kabul etmezler, sonuna kadar inkar ederler,

- Evliliklerinde sıklıkla cinsel işlevsizlik nedeniyle sorun yaşarlar,

- Evlilik pedofilin gerçek tercihleri ve yaptıklarını gizlemek için bir paravandır,

- Her zaman kesin kural olmamakla beraber saldırganların geçmişinde bir cinsel istismar öyküsü bulunmaktadır,

- Pedofilin çocuğu olmasa bile evi, oyuncaklar, kitaplar, video oyunları, bilgisayarlar, bisikletler, dikiş öğrenme takımları, tekerlekli patenler, havuz, abur cubur yiyecek gibi çocukları evine çekecek ve geri gelmelerini sağlayacak malzemelerle doludur. Genellikle evdeki oyuncak türleri tercih edilen kurbanların yaşını yansıtır,

- Bir pedofil bağımsız hareket edebilir veya internet ve diğer pedofiller için gruplar gibi bir organizasyonun parçası olabilir.

- Bazı pedofiller, davranışlarının suç, ahlaksız veya kabul edilmez olduğunu fark  eder ve gizlilik içinde çalışır. Bazıları, yaptıkları hakkında oldukça açık ve militandırlar ve pedofilinin basın ve konuşma özgürlüğüne sığınarak normalizasyonunu savunurlar ve "nesiller arası samimiyet" gibi zararsız bir dil kullanarak yaptıklarını savunurlar.

Bir çocuk, bir pedofil tarafından ne zaman taciz edildiğini, bir amaç doğrultusunda kullanıldığını her zaman farkına varamaz.

Pedofil, cinsel sadist değilse, çocuğu sessiz olması yönünde tehdit etmesi şart değildir. Çocuğun kendisine güven duymasını sağlamak amacıyla ona hediyeler verir ve olayın ikisinin arasında olduğuna çocuğu inandırarak gizli kalmasını  sağlar. Bazı durumlarda, tacizci çocuğu sessiz kalması için,  birisi fark ederse hapse gideceğini ya da çocuğun ve belki ailesinin hapse gideceğini söyleyerek  baskı altına alacaktır.

Saldırganın çocuğu tehdit etmesi sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Aynı şeyi kardeşine, annesine yapacağını söyleyerek ve ev hayvanını incitmekle tehdit ederek onu korkutur.

Tüm bu özelliklerin incelendiği bilimsel bir adli rapor, dava yönetiminde mahkeme heyetine adli kılavuzluk yapacaktır. 

11 Mart 2012 Pazar

MOBBING OLGULARINDA ADLİ BİLİRKİŞİLİĞİN ROLÜ


Prof. Dr. Oğuz POLAT   Mobbing; özellikle hiyerarşik olarak yapılanmış ve kontrolün zayıf olduğu örgütlerde gücü elinde bulunduran kişinin ya da grubun, diğer grup ya da grup üyelerine psikolojik ve uzun süreli sistematik baskı uygulanması olarak tanımlanabilir.

Mobbing kavramı ilk kez, 80’li yılların başında İsveç’li Endüstri Psikoloğu Heinz Leymann tarafından kullanılmıştır.  

Leymann’a göre, işyerindeki kötü muamelenin mobbing (psikolojik yıldırma) olarak tanımlanabilmesi için;

- Sistematik ve bilinçli olması,
- Haftada en az 1 kez,
- En az 6 ay boyunca tekrarlanması gerekmektedir.

Uluslararası düzeyde yapılan tüm araştırma sonuçlarının birleştiği ortak nokta, mobbing   mağdurlarının, diğer şiddet ve taciz mağdurlarından çok daha fazla sayıda oldukları   doğrultusundadır.

İsveç ve Almanya’da yüzbinlerce mobbing mağdurunun erken emekli oldukları veya psikiyatri  kliniklerinde yatarak tedavi edildikleri kayıtlarda yer almaktadır. İtalya’da 1 milyondan fazla çalışanın mobbing kurbanı olduğu; 5-6 milyon kişinin ise, yaşanan bir mobbing olgusunu iş arkadaşı veya aile bireyi olarak izledikleri bildirilmektedir.

Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde gerçekleştirilen kapsamlı bir diğer araştırmanın bulguları ise en az 12 milyon kişinin mobbinge maruz kaldığı doğrultusundadır. Bu rakam, çalışan nüfusun yüzde 8’ini ifade etmektedir.

Çalışan nüfusa göre, mobbinge uğrayanların oranı, İngiltere’de yüzde 16, İsveç’te yüzde 10, Fransa ve Finlandiya’da yüzde 9, İrlanda ve Almanya’da yüzde 8, İspanya, Belçika ve Yunanistan’da yüzde 5, İtalya’da ise yüzde 4 olarak bildirilmektedir.

Mobbing sonucu tedavi giderleri için yapılan harcamalar  ile işin yitirilmesine bağlı düzenli gelirin kaybı, ekonomik olarak mağduru yıpratan ögelerdir.

Sosyal açıdan ise imajın zedelenmesi, depresif davranışlar nedeniyle çevresi tarafından terk edilmesi, mesleki kimliğini yitirmesi ve başarısız olarak algılanması gündeme gelir.

Depresyon, anlamsız korkular, dikkatin toplanmasında başarısızlık, özgüven ve özsaygının yitirilmesi sıklıkla yaşanan semptomlardır. Yüksek tansiyon, baş ve sırt ağıları, sindirim sistemi hastalıkları da yaşanan mobbing olaylarına bağlı olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Mobbing yaşayan kişinin haklarını koruyabilmesi için yasal boyuta başvurması gerekmektedir. Bu aşamada en iyi kılavuz da adli bilirkişiden yaşadığı mobbinge bağlı meydana gelen ruhsal ve fiziksel  tüm hasarları gösteren bir raporun alınmasıdır.

Mahkemede, yaşanan mobbinge bağlı meydana gelmiş tüm hasarlanmaları en objektif ve bilimsel olarak gösterebilecek olan adli bilirkişinin hazırladığı rapordur.

Bu rapor mahkemenin karar vermesinde kılavuz görevi görecek ve doğru bilgiyi verecektir.  

29 Şubat 2012 Çarşamba

SİGORTA ŞİRKETLERİ İÇİN ADLİ BİLİRKİŞİLİK


Prof. Dr. Oğuz POLAT  Son yıllarda sigorta şirketlerinin aktivite alanlarını büyütmesiyle beraber adli bilimler ile ilişkilerinin de geliştiği gözlenmektedir. Buradaki temel sebep sigorta poliçesinde beyana dayalı işlemlerin sonrasında  tazminat  ödenmesi için o beyanın doğruluğunun ispatı gerekliliğidir.

Uygulamada da; yaşam sigortalarında otopsi yaparak, sağlık sigortalarında tıbbi uygulama hataları olup olmadığına bakarak, maluliyet hesaplarının yapılmasında, trafik kazalarında olaya adli mekanik açısından yaklaşarak yapılan çalışmalar, adli bilimleri sigorta sektörü için vazgeçilmez boyutlara  taşımıştır.   

Son yıllarda özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde bu tip çalışmaların çok arttığı ve adli tıp uzmanlarınca yürütüldüğü görülmektedir. Adli sigortacılık olarak da isimlendirilen bu çalışmaların özellikle maluliyet hesaplamaları, tıbbi uygulama hataları ve sigortalı tedavi giderlerinin hesaplanmasında, sigorta şirketlerine önemli geri dönüşlerin sağlandığı görülmektedir.

Ülkemizde yeni yeni çok kısıtlı düzeylerde bazı sigorta şirketlerince adli sigortacılık uygulamalarına başlanmıştır. 

Başlıca çalışma alanları şunlardır:

- Tıbbi Uygulama hataları olgularında kusurluluk
- Maluliyet hesaplanması
- Dolandırıcılık hesapları
- Travma olgularında nedensellik
- Hukuksal dava prosedürleri
- Sigortalı tedavi giderleri
- Trafik kazalarında adli mekanik danışmanlığı
- Tıbbi hasar danışmanlığı

Aşağıda adli sigortacılığın başlıca konuları anlatılmıştır.

1. Malpraktis dosyaları: Adli tıp uzmanları multi-disipliner boyutta tıbbi uygulama hataları (malpraktis) olgularını incelemekle görevlidir. İhtisas alanları içinde olan hekim yaklaşımları -hastada gereksiz ve yanlış uygulamaların yapılmış olması veya kusurluluk olup olmadığının bulunması boyutunda adli tıp uzmanları tarafından verilecek bilirkişi raporları belirleyicidir. Adli tıp uzmanları bu konuda eğitimli ve deneyimlidirler.

2. Maluliyetler (heyet raporları) hesaplanması: Bu hesaplamalar artık Avrupa Birliği üyesi ülkelerin de kullandığı özürlülük hesap cetveli ile hesaplanmaktadır. Eskiden beri kullanılan SSK hesaplamaları  standarda uymamaktadır. Özellikle uluslar arası ilişkilerde ve olgularda bu hesaplamalar sonucu çıkan rakamsal veriler çok önemlidir.

3. Dolandırıcılık dosyaları: Bu amaçlı düzenlenen, etkin değerlendirme için tıbbi bilginin yanında adli  mevzuat bilgisi ve simülasyon deneyimi de gerektiren dosyalar.

4. Travma dosyaları: Hastanın travmadan ötürü gelişen yaralanma ve ölüm olguları da adli tıp uzmanının etkinlik alanına girmektedir. Kişinin durumunu ağırlaştırıp ve/veya ölümüne sebep olan hastane veya doktorun nedensellik (illiyet) bağını saptayıp rücu sürecinde olayı olması gerektiği gibi yönlendirme adli tıp çalışma alanına girmektedir.  

5. Tıbbi konular: Bu da şirkete hangi durumlarda dava açılabilir, açılmaması için ne yapılmalıdır, dava açılırsa, yönelim nasıl olmalıdır gibi konularda avukatlara dava dosya içeriği hazırlamak için adli tıp yaklaşımı verilerek hukuk bürosu destekleme çalışmaları yapılması adli tıp konularının kapsamındadır.

6. Sigortalı tedavi giderleri: Sağlık kurumlarında yapılan tıbbi uygulama hataları yüzünden sigortalının ödenen tedavi giderlerinin rücusu konusunda adli süreçte danışmanlığı adli tıp uzmanları tarafından verilebilir.

7. Adli mekanik: Trafik kazası meydana geldiğinde o kazanın meydana gelmesinde mekanik kusurun ve sürücü yani insan faktörünün ne oranda hatalı olduğunun saptanması yapılır.

8. Tıbbi hasar danışmanı olarak adli tıp uzmanının kullanılması toplamda büyük bir fark yaratacaktır.  Adli tıp ihtisası konularının kapsamı tam olarak tıbbi ekspertiz konularını kapsamaktadır.

Nasıl ki oto tamircisi veya yüksek makine mühendisi olmak oto hasar eksperi olmayı beraberinde getirmiyorsa, ekspertiz ayrı bir eğitim, sertifikasyon ve staj konusu ise doktor olmak da malpraktis, maluliyet, sahtecilik, simülasyon, adli tıbbi mevzuat, kriminal olaylara yaklaşım bilgisini  getirmemektedir. Bunlar ayrı bir uzmanlık olarak adli tıp uzmanlarının eğitim aldığı ve bildiği  konulardır.

Ayrıca, şirketlerin rutin uygulamasında var olan hasar kontrollerinin saha araştırmaları için emekli albay veya emniyet mensuplarından kurulu dedektiflik şirketleri taşeron olarak kullanılmaktadırlar. Şirketler, bu amaçla bu kişileri bünyelerinde çalıştırmaktadırlar. Adli tıp danışmanı evrak incelemesi ile saha çalışması gerektiren durumları saptayabilir ve saha çalışması karar verilen vakalar için  araştırmacıyı ne yapması, nelere dikkat etmesi gerektiği konusunda yönlendirerek bu alanda da verimi arttırabilir. 

6 Şubat 2012 Pazartesi

TIBBİ UYGULAMA HATALARI OLGULARINDA BİLİRKİŞİLİK

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Tıbbi uygulama hataları, özellikle son yıllarda hasta hakları kavramının gündeme gelmesiyle çok daha fazla tartışılmaya başlanmış bir konudur.

Hekim hastasını iyileştirmek için çaba göstermesine karşın bazı girişimler sonucunda hastaya yönelik   beklenmeyen zarar verici olayların gelişebildiği olgular gözlenmektedir.

Hastada bir zarar ortaya çıktığında, bu zararın tıbbi uygulamadan kaynaklanıp kaynaklanmadığını, uygulamanın kusurlu olup olmadığını belirleme görevi, tıbbi bilirkişilerindir.

Tıbbi uygulama hataları olgularının yargıda doğru değerlendirilebilmesi ancak doğru tıbbi bilirkişilik   uygulamaları ile mümkündür. Dünya’da gelişmiş ülkelerdeki uygulama çapraz sorgulama sonucu gelişmiş olan tarafların bilirkişilik hizmetlerini serbest olarak alabilmeleri modeline dayanmaktadır.

Bu da konusunda uzman, eğitilmiş bilirkişilerce rapor verilmesinin önünü açmaktadır. Başka bir deyişle   konusunda yeterliliği ispatlanmış bilim adamlarının raporlarıyla olayların net olarak belirlenmesi yapılabilmektedir.

Son dönemde Yargıtay da raporun nereden alındığından ziyade raporun yeterliliğini  kriter olarak almaya başlamıştır.

Adli bilimler bilirkişiliği  bu konuda bilimsel altyapıya sahip, objektif ölçülere bağlı, standart bir çalışma   modeline sahip kişi ve kurumlar tarafından yapılmalıdır. Özel ve üniversiter yapıların da bu konuda önde gelen yapılar olduğu ve olacağı tüm Dünya uygulamalarında görülmektedir.   

KADINA YÖNELİK ŞİDDET

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Dünya Sağlık Örgütü, kadına yönelik şiddeti 1993 yılında cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, ruhsal, cinsel hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde veya özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her türlü davranış  olarak tanımlamıştır.

Kadınlara yönelik şiddeti 4 grupta toplamak mümkündür; 1. Fiziksel şiddet, 2. Cinsel şiddet, 3. Duygusal şiddet, 4. Ekonomik şiddet.

Fiziksel Şiddet: Kadının eşi ya da partneri tarafından fiziksel saldırıya maruz kalması şeklinde gerçekleşir. Bazı olgularda buna psikolojik istismar, cinsel şiddet ya da evlilik içi ırza geçme ve öldürme tehditleri ile birlikte görülebilmektedir.

Genellikle fiziksel istismara maruz kalmış kadınlar ciddi bir sorun olmadığı sürece acil servise ya da doktora başvurmazlar. Başvurduklarında da bazı yaralanmaları ve oraya geliş nedenlerini saklamaya çalışırlar. Bu tür yaralanmaları açıklamak için bir yerlere çarptıklarını, düştüklerini söylerler. Geliş nedenleri ne olursa olsun genellikle hekime yanlış bilgi verirler.

İstismara uğrayan kadınlarda kişilik bozuklukları, depresyon veya şizofrenik eğilimler gözlenir.

Anksiyetesi yüksek ve depresif hastalarda ilk planda Post Travmatik Stres Disorder (PTSD) Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)  görülmektedir.

Cinsel Şiddet: Bu tip olaylar genellikle kadının rızası olmadan cinsel ilişkiye zorlanması şeklinde gerçekleşir. Fiziksel istismarla birlikte görülmektedir. Pek çok kadında psikosomatik semptomlar vardır. Somatik şikayetler başağrıları, sırt ve pelvik ağrıları, gastrointestinal problemler, uzun süreli ağrı kesici, trankilizan kullanma hikayesi ancak buna rağmen şikayetlerinin geçmemesi, hamilelerde düşük ya da erken doğum yapma öyküleri bulunur.

Duygusal Şiddet: Fiziksel veya cinsel istismarla birlikte duygusal istismar da yaşanmaktadır. Tek başına da görülebilmektedir. Çoğunlukla aşağılama, bağırma, yetersiz olduğunu söyleme, hiçbir şey beceremediğini, çocuklarına bakamadığını söyleme, patolojik düzeyde kıskançlık, korkutma, gizliliği bozma, batıl inançlar veya paranoya düzeyinde inanmama, ne yaptığını araştırma şeklinde kendini gösterir.

Ekonomik istismar: Çalışan kadının parasını elinden alma, ekonomik anlamda onu kullanma şeklinde gözlenmektedir. Özellikle erkeğin çalışmadığı durumlarda çok fazla gözlenmektedir. 

ÇOCUK İSTİSMARI

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Bütün Dünya’da “çocuk istismarı” ana başlığı altında toplanan çocuğa yönelik bu davranışları nasıl tanımlayabiliriz?

İlk sorulması gereken soru, hangi davranışlar çocuk istismarı kapsamına girmektedir?

“Çocuğun sağlığını ve her türlü gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlar bu tip davranışlardır.”

İkinci soru kimler bunu çocuğa yapabilirler?

“Çocuklar kendilerine bakmakla yükümlü ebeveynleri yani anne-baba, büyükbaba, teyze, bakıcı  gibi kişiler tarafından buna maruz kalabileceği gibi okulda ya da işyerinde de bununla karşılaşabilir.”.

Ne şekilde görülebilirler sorusunun cevabı da; “Çocukların ve ergenlik çağındakilerin istismarı, fiziksel,  cinsel, duygusal olabileceği gibi, ihmal edilme şeklinde de görülebilir” şeklinde verilebilir.

Ama şu saptamayı çok net olarak ortaya koymak gerekir; “Çocuk istismarı, toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren sosyal bir hastalıktır.”

İstismar değişik disiplinler içerisinde değerlendirilen multidisipliner çalışılan bir konudur. Medikal  yaklaşımlar, hukuksal yaklaşımlar, psikolojik yaklaşımlar ve sosyolojik yaklaşımların hepsi de temel   konuları oluşturan boyutlardır.

Çocuk istismarı konu olarak çok yönlü çalışmayı gerektirmesinin yanı sıra ayrıca bakış alanlarının farklı olmasından kaynaklanan tanım sorunu da yaşamaktadır. Araştırmacılar istismar boyutuna kendi  çalışma konumlarına ve bakış açısına göre yaklaşım göstermişler, bu da farklı tanımların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunun  yarattığı en büyük sorun çocuk istismarının rakamsal verilerinden, görülme sıklığından bahsederken karşılaştırma yapılabilmesinin  birçok durumda mümkün olmamasıdır. Farklı tanımlar üzerinde  çalışılan aynı grupta farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır .

Fakat tanımların çok fazla olması ve ortak bir tanımın oluşabilmesi için Dünya Sağlık Örgütü 1985’de  toplanarak ortak bir tanımın oluşması için konunun uzmanlarını bir araya getirerek çalışmalar yapmış ve aşağıda okuyacağınız tanım Dünya Sağlık Örgütü’nün  tanımı olarak yayınlanmıştır.

Çocuğun, sağlığını, fizik gelişimini, psikososyal gelişimini  olumsuz  yönde  etkileyen bir yetişkin, toplumu veya ülkesi tarafından bilerek veya bilmeyerek yapılan davranışlar çocuk istismarı olarak kabul edilir.

Tanım aynı zamanda çocuğun istismar veya şiddet olarak algılamada veya yetişkinlerin istismar olarak kabul etmediği davranışları da içine alır. Davranışın mutlaka, çocuk tarafından algılanması veya yetişkin tarafından bilinçli olarak yapılması koşul  değildir .

Çocuk istismarı, çok geniş anlamda, belli bir zaman dilimi içerisinde bir yetişkin tarafından çocuğa o kültürde kabul edilmeyen bir davranışın uygulanmasıdır.Başka bir söyleyişle çocuğun büyüme ve gelişmesini olumsuz yönde engelleyen her türlü davranış çocuk istismarıdır.

Bu tip davranışların iki değişkene bağlı olduğu görülmektedir. Birincisi zaman içerisinde değişiklikler göstermesidir. Bundan 50 yıl önce normal kabul edilen bir davranışın bugün olması gereken  davranışın dışında kalması, çocuk istismarında çok önemli bir boyutu oluşturmaktadır.

İkinci faktör ise bu davranışların kültürler arasında farklılıklar göstermesi ve ülkeden ülkeye değişiklikler  göstermesidir .

Başlıca 4 tipte karşımıza çıkmaktadır:

1. Fiziksel  İstismar
2. Cinsel İstismar
3. Duygusal İstismar
4. İhmal 

TARAF BİLİRKİŞİLİĞİ

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Adli Tıp Bilirkişilik hizmetinin insan ve insanla ilgili tüm konularda uygulandığı bilim dalıdır. Günümüzde artık çok kapsamlı olarak çalışılmasından dolayı Adli Bilimler yaklaşımı Dünya üzerinde kabul görmektedir.  

Bugüne kadar resmi bilirkişilik kurumu Adli Tıp Kurumu dışında başka bilirkişilik hizmetinin adeta yok sayıldığı ülkemizde, dosyaların çok geç değerlendiriliyor olması, tartışmalı sonuçlar, Kurum’un yeterince kalifiye eleman barındırmaması,yapısal sorunlar gibi problemler üniversiteler,özel bilirkişilik yapıları gibi alternatif bilirkişilikleri gündeme getirmektedir.   

Ancak, asıl önemli farklılığın Birleşik Devletler gibi ülkelerde uygulanan çapraz sorgulama ve benzer yöntemler sonucu gelişen taraf bilirkişiliği oluşturmaktadır. Artık mahkeme tek başına bilirkişi ataması yapmamakta ve taraflar da bilirkişileri saptayarak onlardan görüş alabilmektedirler.

Taraf bilirkişiliği özellikle tıbbi uygulama hataları, mobbing olguları gibi  kurumsal yapılara karşı bireyin açtığı davalarda büyük önem taşımaktadır. Bunun yanı sıra bilimsel yaklaşımın, güncel objektif  bilginin temel olduğu bilirkişilikte sadece atanmış Adli Tıp Kurumu’ndaki o alandaki tek kişinin ve ilgili alanlardan olmayan diğer uzmanların oluşturduğu görüşlere bağımlı olmaktan da kurtarmaktadır.

Taraf bilirkişiliği, taraflardan birinin davasını savunabilmesi için delil tespitinin ve doğru yorumlanmasının yapılması amacıyla adli bilirkişiden rapor almasıdır. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki uygulamalar bu yönde çok gelişmiştir.

TIBBİ UYGULAMA HATALARI NEDİR?

Prof. Dr. Oğuz POLAT

Tıbbi uygulama hatalarının herkes tarafından kabul gören tanımı, Dünya Tabibler Birliği’nin 1992 yılındaki 44. genel kurulunda  yapmış olduğu tanımdır. Bu tanıma göre, ‘hekimin  tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar’ olarak tanımlanmıştır.

Tıbbi uygulama hataları her ne kadar yanlış bir yaklaşımla hekim hatası olarak kullanılsa da tüm  sağlık ekibinin birlikte değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Tıbbi Uygulama Hatalarının  günümüzdeki biçimiyle modern tıbbın gündemine girmesi için oldukça uzun zaman geçmiştir. A.B.D. başta olmak üzere İngiltere ve Kanada gibi ülkelerde son dönemde  tıbbi uygulama hatalarından kaynaklanan yüksek tazminat cezaları gündeme gelmiştir.

Ülkemizde söz konusu davalarda ceza ve borçlar hukukunun genel kuralları geçerlidir ve “hata” veya “ihmal” den kaynaklanan zararların telafi edilmesi için özel bir hukuk sisteminin gerekliliği akademik çevrelerde uzun bir süredir tartışılmaktadır. Diğer yönden iddia eden lehine sonuçlanan davalarda tazminatların ödenmesi konusu ayrı bir sorun alanını oluşturmuştur.

Tıbbi Uygulama Hatalarında temel nedenler:

1. Dikkatsizlik: Bir tıbbi girişim sırasında yapılmaması gerekeni yapmaktır. Örneğin; oksijen yerine karbondioksit vermek, kan grubu kontrolü yapılmadan transfüzyon yapmak vb.

2. Tedbirsizlik: “Önlenebilir bir tehlikeyi önlemede yetersiz kalmak, geç kalmak, unutmak” olarak tanımlanır. Örneğin; alerjisi olduğu bilinen bir hastaya alerjiye neden olan ilacı kullanmak veya test dozunda da olsa anafilaktik reaksiyon beklenen hasta için gerekli araç-gereci hazır bulundurmamak.

3. Meslekte acemilik-yetersizlik: Meslek ve sanatın esaslarını ve optimal klasik bilgilerini bilmemek, temel beceriden yoksun olmak. Örneğin; hatalı entübasyon, fıtık ameliyatında femoral damar yaralamak, hatalı ilaç girişiminde bulunmak vb.

4. Özen eksikliği: Evrensel tıp değerlerini uygulamamak. Örneğin; kanamalı, hipovolemik şoka eğilimli hastayı bekletmek, yakın izlem gerektiren hastayı gerekli sıklıkla izlememek, eksik araştırma sonucu tanı hatasına neden olmak.

5. Emir ve yönetmeliklere uymamak: Kanun, tüzük, yönetmelik ve yetkili mülki amirin verdiği emirlere uymamak. Örneğin; acil hastaya bakmamak, bilimsel tedavi dışında bir tedaviyi uygulamak, işkenceye göz yummak veya yardım etmek, icap nöbetine çağırıldığında gelmemek

Son yıllarda tıbbi uygulama hataları olgularının adli bilirkişiliği gerektiren olguların en başında geldiğini  söylemek gerekiyor.

5 Şubat 2012 Pazar

ADLİ BİLİRKİŞİ RAPORU NEDEN ÖNEMLİ?

Prof. Dr. Oğuz POLAT


Adli Tıp  çalışmalarına baktığımızda ilginç bir süreçle karşılaşıyoruz. Uzun yıllar sadece işin doğasına aykırı olarak sadece Adli Tıp Kurumu’ndan rapor kabul edilir yaklaşımıyla adli bilirkişilik istikrarsız bir süreç yaşadı.

Yargıtay’ın uzun yıllar inatla sadece Adli Tıp  Kurumu raporları geçerlidir görüşü avukatların da başka yerlerden örneğin üniversite öğretim üyelerinden rapor almalarına bir oto-sansür getirdi.

Davayla ilgili çok kapsamlı ve bilimsel olarak hazırlanmış bir raporun Adli Tıp Kurumu’ndan alınmadıysa, mahkeme tarafından gözönüne alınmaz görüşünün yerleşmiş olması, avukatların davalarını çok daha iyi savunabilmelerini sağlayacak görüşü sağlayacak adli bilirkişilik hizmetini üniversite ve öğretim üyelerinden almalarını engelledi. Daha doğrusu avukatlar bu olanağı hiç kullanmadılar.

Halbuki erken dönemde dava konusuyla ilgili  uzmandan alınacak görüşün hem savunmayı çok güçlendireceğini hem de mahkeme aşamasında bazı delillerin çok daha doğru yorumlanacağını  ancak son dönemde görmeye başladılar.

Yargının tüm katmanlarında adli tıp bilirkişiliğinin çok önemi olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Özellikle  bilimsel yaklaşımların adaletin terazisini her zaman doğru noktaya getirdiği tüm Dünya’daki  uygulamalarda görülmektedir.

Parmak izi tespitiyle başlayan çalışmalar bugün DNA analiz ve digital incelemelerle bilimin ne kadar  belirleyici olabildiğini göstermektedir.

Özetle, adli tıp raporları her zaman hukukta vazgeçilmez bir fonksiyona sahiptir. Bilimsel yaklaşımlar  her zaman bizi doğruya götürür.

BİLİRKİŞİLİKTE NEREDEYİZ?

Prof. Dr. Oğuz POLAT


2009’da yayınlanan Dünya Bankası’nın Yargılamada Bilirkişilik Müessesesi Hakkında Mukayeseli Çalışma başlıklı bilirkişiliğin sorunlarının 4 ülke ile yapılan karşılaştırmalı çalışmanın inceleme raporundaki tanıma göre, bilirkişi  görüşü, mesleki, bilimsel ya da teknik bir konuyla ilgili olarak yasal kovuşturmada kanıt olarak sunulacak (yazılı veya sözlü) herhangi ifade  olarak tanımlanmaktadır.

Adli Tıp/Bilimler bilirkişiliğini ise insanla ilgili olarak konusunda eğitimli ve bilgili olan kişi/kişilere   yargının sormuş olduğu sorulara cevap vermek olarak çok daha pratik bir tanım da yapmak mümkün. 

Bilirkişilik alanlarına baktığımızda, konuların çok yaygın bir skalada yer aldığını görmekteyiz. Bugün  adli tekstilden adli genetiğe, adli muhasebecilikten adli digital incelemelere kadar çok yaygın bir çalışma alanı olduğu görülmektedir. Bunlara ölüm, olay yeri, kriminalistik, hekim hataları gibi artık klasikleşmiş konuları da saymakta yarar var.

Bilirkişilik çalışmalarında temelde laboratuarda ölçülen değerlerin ve/veya geçmişte yapılmış uygulamaların raporlarının incelenerek analizi ve değerlendirilmesi yapılmaktadır. Burada çok önemli bir boyutun gözden kaçtığını da hemen belirteyim. O da adli bilirkişiliğin yoruma dayalı bir sistem olduğu için güvenirliliğinin tartışmalı olduğu görüşüdür. Bu kesinlikle yanılgıdır çünkü yapılan tüm yorumların mutlaka olaydaki, dosyadaki geçmişte yapılmış çalışmaların değerlendirilmesi, laboratuar sonuçları ve standart uygulamalar kapsamında bakılarak değerlendirildiği ve sonuç yorumunun da bilimsel referanslar verilerek yapıldığının altını çizmek gerekiyor.  

Başka bir deyişle adli raporda yazılan sonuç mutlaka objektif, ölçülebilir ve bilimsel değerlere, standartlara dayanmaktadır, dayanmalıdır da.

Adli bilirkişi, raporuyla adli kılavuzluk yapmakta, davanın doğru ve çabuk sonuçlanmasını sağlamaktadır. Zaten ana işlevi de yargıya yardımcı olmaktır.

Son dönemdeki çapraz sorgulamayla başlayan değişim sürecinde artık taraf bilirkişiliğinin  uygulanmaya başlaması, Yargıtay’ın anlamsız sadece Adli Tıp Kurumu raporunu geçerli sayma  ısrarından vazgeçmesi gibi  adımlar gelişmiş ülkelere benzer şekilde adli bilirkişiliğinin yapılabilme ortamını yaratmış ve uygulamalar da başlamıştır. 

Bugün sayısı hızla artan, konularında yetkin akademik çalışmalar yapan adli tıp öğretim üyelerinin  raporlarıyla çok sayıda olgu çözümlenebilmektedir.